MUTLULUK TÜCCARI

Mutsuz bir kadını yutmuş, mutlu bir kadın var içimde.

Gülerken gözlerimin dolması onda…

İç içe geçmiş, mutlu, barışık yaşarken o iki insan içimde, kavgayı başlatan ben oluyorum çoğu kez.

Bazen de karşılarına geçip gülümsüyorum onlara…

O iki uç kadın, iç içe geçip içeme sığsalar da ben, asıl ben, hiçbir yere sığamıyorum…

Nereye gitsem, ne yapsam bir şeyler eksik; yaptığım, yaşadığım hiçbir şeyin tadı tam değil.

Bir yarımlık var elimi, kalbimi uzattığım her şeyde, adımımı attığım, içinde bulunduğum her ortamda.

Neden bilmem…

Belki.

Belki, bilirim de söyleyemem…

Sanki, yeşilin rengi, kırmızının tadı kaçmış.

Beyaz, artık eskisi kadar masum değil.

İlkbaharı sonbahardan ayıran tek şey sanki, yılın ayrı zaman dilimlerinde yer almaları gibi geliyor bana.

Güneş eskisi gibi yakmıyor.

Soğuk üşütmüyor.

Acıkmıyorum, doymuyorum da.

Her şey bana bol, hiçbir yere sığamasam da…

Özlemiyorum.

Beklemiyorum…

İstemek nedir, istememek ne çokta hatırlamıyorum.

Olmazsa olmazlarımın sayısı günden güne azalıyor…

Günden güne, ayaklarım daha da hızlanarak içime koşuyorum.

Umudum yok, umutsuzluğum da.

İçimde yeşermeye yüz tutan, belki de yarın bana tutunacak birer dal olacak kadar büyümeyi başaracak filizleri kendi ellerimle kırıyorum, yarın büyüyüp dal olmayı başardıklarında, nasılsa biri çıkıp kıracak diye.

Sırtımda taşımak zorunda kaldığım kırk iki yılın kırık dallarından yorgun düştüm.

O kırık dallar kurudu evet, yanmaya hazırlar ama yanmayı başlatacak ateşi tutuşturmak gelmiyor içimden.

“Hep böyle olmadın hatırla,

Canın her kırılan dalla çokta acımadı,

Çünkü sen her zaman,

En çok kendine tutundun” diyor içimdeki mutlu kadın…

Alaycı bir gülümsemeyle bakıyorum ona.

“Bak” diyor mutlu kadının içindeki mutsuz kadın.

“Bunu bile inkar ediyorsun” diye de ekliyor.

Susun diyorum, avazım çıktığı kadar bağırarak.

Ama sesimi ben bile duymuyorum.

Çünkü sesim yok artık…

Söyleyecek herhangi bir şeyim de…

Hayata, umuda dair bütün bildiklerimi yaşayıp tükettiğimi fark ediyorum o an…

Ellerimin gözyaşlarımı silmeye başladığını bir de...


Semiha GÖKTUNA 05.09.2010 Eryaman-ANKARA

(Üstteki yazıyı, hala umutla bir şeylere tutunduğumu görüpte mutlu olmaya çalışmamdan rahatsız olup, çizdiğim, çizipte dört elle tutunmaktan çekinmediğim, geleceğimin kara kalem resmini gösterdiğimde umutlarımı tırpanlarken bana aşılamaya çalıştığı umutsuzluğun beni nerelere götürebileceğini görmesini istediğim biri için yazdım.Çok arada bir, kırk yılda bir de olsa beni görmek istediği gibi biri olabiliyorum, her geçen gün o günlerin sayısı azalsa da.)

(Bu yazıyı okuyup da mutsuz olduğumu sanmayın.

Mutsuz olmadığımı bilsem de mutlu muyum bilmiyorum ama huzurlu olduğum kesin.

Debelenip durduğum, hatta kurtulmak için debelenmekten bile vazgeçip kendime mutlu hikayeler uydurup, onlara hiç zorlanmadan inandığım, inanmaktan başka yapacak bir şeyimin kalmadığını sandığım, bulanık bir denizden sahile çıkmayı yeni yeni başarmış biriyim.

Sahilin bir tarafında çıktığım bulanık deniz, diğer tarafında içinde neleri gizlediği belirsiz, yemyeşil, insanı çeken bir orman.

Ben hayata her zaman pozitif bakmayı başarmış bir insanım. Ne kaşım, ne gözüm ne de başka bir şeyim; gurur duyduğum tek şeyim bu tarafım.

Olumlu düşünme adına zayıf düştüğümü gördüğüm anlarda yeni ama gerçekçi yani olması muhtemel değil de istediğim takdirde olduracağım hayaller kurar, o hayalleri hedefim haline getiririm.

O hayallerin hemen yarın olması gerekmez, hatta ne kadar uzaksa (ki çok da uzak olmayacak) onlara ulaşmak adına çıktığım yolda giderken, adım adım huzur hissederim içimde.

Yolun sonunda varacağım yerin kara kalem resmini çizer, evimde en çok göreceğimi düşündüğüm bir yere asarım.

Astığım o resmi, yani geleceğimin resmini gördükçe içim ısınır, gülümserim.

İştahsızlıktan midemin sırtıma yapıştığı zamanlarda, o mutlu tablonun karşısında karnımı bir güzel doyurduğum çok olmuştur ya da bulanık denizde çırpındığım bir güne döndüğümden uykumun kaçtığı bir çok gecede kıvranırken, evimin o çok işlek yerine astığım resmi görüp gülümseyerek, kendimi huzurlu bir uykunun kollarına bırakmışlığım hiç de azımsanacak sayıda değildir.

Benim yaptığım bir çeşit, mutlu hissetme yöntemi.

Zaten demezler mi?

“Mutluluk; istediklerimize ulaşmak değil, isteklerimize ulaşırken içinde bulunduğumuz anda hissettiğimiz iyi duygulardır” diye…

Bence de öyle, yani mutluluk bir süreç işi, sonuç değil.

Çünkü her ne istiyor ve ona ulaşıyorsak, o “büyük özlem”e kavuştuğumuzda o artık bizim olduğundan, eski uzak, belki de biraz şüpheli konumunu kaybetmiş, artık bizim olmuştur ve birkaç zaman sonra hayatımızdaki varlığının değeri bile unutulacaktır, kesinlikle unutulurda.

Öyleyse niye bir şeylere ulaşmak için mutlu olmayı bekleyelim ki?

Biz en iyisi o beklentilere ulaşmak adına çıktığımız yolda mutlu hissetmeye bakalım, o yolda mutlu olmayı başaramamışsak, bilin ki vardığımız noktada ki varırsak tabi hissedeceğimiz mutluluğun ömrü çok kısa olacak.

Hayat bir andan ibaret, yarınımız var mı kimse bilemez. Belki o anlar birleşip elli, altmış, yetmiş yıl edecek…

Böylesi bir durumda mutlu olmak; mutluluğa kavuşmak adına beklemek mi akıllıca, yoksa beklentilerimize kavuşacak akılcı yollarda ilerlerken kendimizi iyi hissetmek adına yapacaklarımız mı?

Beni her zaman çıktığım yol mutluluğa götürmese de, o yolda ilerlerken mutlu olmayı başardım.

Yani sonuç değil de süreç mutlu etti beni.

Bakıyorum çevreme kimse çokta mutlu değil, hatta neredeyse herkes bulunduğu yerden şikayetçi. Bu duruma hiç şaşırmıyorum artık.

Şaşırdığım tek şey var, bazı kişilerin ki güya onlar bizim iyiliğimizi istiyor; içinde bulunduğu durumda kendini mutsuz hissetmesi kaçınılmaz olan ve öyle görünmesi beklenen benim durumumda olan kişilerin, kendini mutlu hissetmek adına olması kuvvetle muhtemel beklentilerinin resmini yapıp, onunla mutlu olmaya çalışması karşısında, “senin umuda değil umutsuzluğa sarılman gerekiyor” tarzındaki yaklaşımları.

Bu tip mutsuzluk tüccarlarının tek gerekçesi de “ya beklediğin olmazsa, sonra çok üzülürsün” oluyor.

Gerçekçi olan kim?

Bu yazıyı okuyanların kendilerine bir soru sormalarını istiyorum, acizane olarak.

“Bir şeyi, ama olması kuvvetle muhtemel bir şeyi hayal edip beklerken, olumlu duygular eşliğinde, geçen süreç mi mutlu eder insanı, yoksa ya hayaliniz gerçekleşmez de bir gün üzülürsünüz diye olumlu hayaller kurmak yerine tamamen olumsuzluğa yönelmek mi daha akıllıca?”

Bu soruyu sorun kendinize ve cevabınızı verin.

Cevap veremiyorsanız eğer kendinize bile, yazımın ilk bölümünün bittiği “ Eryaman- ANKARA” dan sonraki bölümü yeniden okuyun lütfen, inanıyorum ki eğer yeniden ama bu kez daha dikkatli okuduğunuzda cevabınız benimle aynı olacaktır.

Diyelim ki olması kuvvetle muhtemelken, mutlu mesut beklediğimiz şey gerçekleşmedi.

Ne kaybederiz? Değil mi ki biz o beklenti içinde mutlu olmuşuz.

Ya da şöyle diyelim; mutsuzluk tüccarlarının yaklaşımına göre, hiçbir şey beklemeden, hedefsiz, umutsuz bekle ki sonradan üzülmeyesin.

Beklediğimiz şeyin, gerçekleştiği andan itibaren hayatımızdaki varlığının sıradanlaşmaya başlayacağı gerçeğini göz önünde bulunduracak olursak, sizce mutluluk tüccarlığı yapan benim gibileri mi ciddiye almak lazım, yoksa mutsuzluk tüccarlığı yapanları mı?

Bu da ikinci sorum.

Güle güle cevaplayın…

Ve lütfen gülmeye devam edin benim gibi, herkese, her şeye rağmen…

Semiha GÖKTUNA 05.09.2010 Eryaman-ANKARA

posted under |
Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa

Hakkımda

Fotoğrafım
1968 Çanakkale doğumluyum.Halen Ankara'da yaşıyorum ama en büyük özlemim İzmir'e yerleşmek.Orda renk renk sardunyalar ve salıncakla tatlandırılmış kocaman balkonu olan bir evin beni beklediğine inanıyorum.Derin yaralar aldığım kazalarım oldu. Ama hayata dört elle sarılabilme yeteneğim sayesinde atlattım. Gülebiliyorum hala, birileri benimle gülebiliyor,acıkıyorum, susuyorum, uykum geliyor, özlüyorum, sessizce, umutla ve gülümseyerek daha iyi günlerin gelmesini bekliyorum, sevme yeteneğimi kaybetmedim henüz ve kaybetmeye de hiç niyetim yok, inanıyorum önce kendime sonra kendine inanan herkese. Bunlar az şey mi? Bence herşey, sizce de öyle değil mi?

İSTERİM HERŞEY GÖNLÜMÜZCE OLSUN, YA DA OLAN HERŞEYİ GÖNLÜMÜZ KABUL ETSİN.ÖNEM VERDİĞİMİZ HERKES UZANABİLECEĞİMİZ KADAR YAKINIMIZDA OLSUN, BU KADAR YAKINLIK İSTEMİYORLARSA BİZİMLE, UNUTABİLECEĞİMİZ KADAR UZAĞIMIZDA OLSUN. İSTERİM Kİ HAYATIMIZA GİREN HER ŞEY MİDEMİZE GİREN BİR KURU LOKMA KADAR DEĞERLİ OLSUN...

Bu Blogda Ara

Followers


Recent Comments