GÖNLÜM, AH BU GÖNLÜM

Benim gönlüm kimsesizliğe alışık,

Varlığımla yokluğumu farketmeyenlere bir de...

Gelmesiyle gitmesi bir olanlara...

Sevildiğini bilip, inadına sevmeyenlere...

Bir de gönülden gelmeyenlere,

Gelsede bir şekilde, gönülden kalmayanlara alışık.

Yapmacıklara.

İkiyüzlülükle gününü kurtaranlara...

Ha bir de;

Kurtardığı günü, yarınlara taşıyanlara...

Alışık gönlüm,

Hep onların arkasından koşmaya,

Düşüp, kalkıp yeniden koşmaya,

Yorulup, ölmeye.

Ama yeniden, yine yeniden dirilmeye.

Dirildiğimi görüp sevinen,

Gönlümün peşi sıra sürüklendiği olmadı, hiç bir zaman.

Onlar, ölüp dirilmemle ilgili değildi zira...

Ölümüm de kalımım da sadece,

Eskittiklerimi ilgilendirdi şimdiye kadar.

Şimdiye kadar kim girdiyse hayatıma,

Sevmedi beni önce, sevgiden anladığım anlamda.

Biliyorum bunu...

Önce ben eskittim onları,

ve sonra sevildim eskittiklerimce.

Doğallığın değersizliği var üstümde.

Alışmış alem yapmacıklara...

Herkesin alemsin dediği bir ben, alem olamadım,

Bu alemde.


Semiha GÖKTUNA ANKARA-Eryaman 27.04.2010

posted under |

YOKSUN VE BEN BUNU BİLİYORUM

Biliyorum, sana giden yollar kapalı
Üstelik sen de hiç bir zaman sevmedin beni.
Ne kadar yakından ve aradan uçurum;
İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi.
Uyandım, uyandım hep seni düşündüm.
Yanlız seni, senin gözlerini.
Sen bay nihayet, sen ölümüm kalımım.
Ben artık adam olmam bu derde düşeli.
Şimdilerde bir köpek gibi koşuyorum ordan oraya.
Yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki.
Anımsıyorum, yarı dolu bir bardaktan su içtiğimi.
Ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği bile.
Kaç kez sana uzaktan baktım.
Hangi şarkıyı duysam, bizim için söylenmiş sanki.
Tek yanlı aşk kişiyi nasıl aptallaştırıyor.
Nasıl unutmuşum senin sadece kendini sevdiğini.
Çocukca ve seni üzen girişimlerim oldu.
Bağışla tekrarlanmaz hiç biri.
Seninle rastlaşmamak için elimden geleni yaparım,
Bu böyle pek de kolay değil gerçi.
Alışırım seni yanlız düşlerde okşamaya.
Bunun verdiği mutlulukta az değil ki.
ÇIKAR GİDERİM BU ŞEHİRDEN DAHA OLMAZSA.
SENSİZLİĞİN BİR ADI OLUR, BİR ANLAMI OLUR BELKİ.

posted under |

CEHENNEM ZEBANİSİ

Cehennem zebanisi elindeki düdüğe pis pis sırıtarak baktığında ben, Polatlının bir köyünden Ankara’ya dönmek üzere, yola çıkalı onbeş dakika ya olmuştu ya olmamıştı.

Önce elindeki düdüğe şöyle bir baktı, son yıllarda o yüzüne aşina olduğum zebani suratlı zebani, sonra bakışlarını bana kaydırdı, sustu dilim, lal oldum…

Şişmiş dilim, ağzımın içinde öylece dururken, gözlerim dile geldi, konuştu, ne varsa biriktirdiğim yüreğimde, döktü zebaninin ayakları önüne.

İşte o zaman anladım, asıl cümleyi dil değil, gözler söylermiş.

Ama anlayana….

Anlamadı zebani.

“Bu kez çalma şu düdüğü, biraz zaman ver bana, göreceksin bir gün öyle bir gidişim olacak ki dönüşüm asla… Ama şimdi gidecek başka bir şehrim yok biliyorsun, hadi üzme beni yine Ankara’ya dönüyorum diye” söylenen gözlerime inat, eli ağzına, düdük dudaklarına değer değmez, burnuma kötü kokular gelmeye başladı.

Yüzüm buruşuk, gözlerim nemli bakınırken, gözlerimiz tekrar buluştu.

Zebaninin gözleri, zafer benim diyordu da başka bir şey demiyordu.

“Peki” dedim zebaniye, “ ama bu son olacak, son kez gireceğim o b.k çukuruna”.

Güldü söylediklerime.

Öyle gerçekti ki gülüşü, az önce söylediklerim öylece havada asılı kaldı.

“Kendi söylediğine kendin de inanmadın değil mi?” dedi sonra, son zamanlarımın en yakın takipcisi.

Çemkirme sırası bana gelmişti.

“Bir gün gelecek, bir dudağın yerde bir dudağın havada, kendine baktığın aynada, herşeyin üstünde kendini görmeyi beklerken, gördüğün ben olacağım, üstelik seninle bile barışmış ben….

Bakma şimdi herşeye küs duruşuma.En iyi sen tanırsın beni. Kırk bir yıldır kapım gölgene aşina.

Aşina beynimin her bir noktası varlığına.

Ama hiç bukadar sokulamamıştın bana, hatırlarsın.

Ama şimdi mevzu biraz derin ya kanka olduk nerdeyse” diyecektim ki, yine o iğrenç koku gelip dayandı burnuma.

Ne zaman bu kokuyu bu kadar keskin duysam, gözümü açıp etrafa bakmama gerek duymadan, o an nerede olduğumu bilirim.

Yine bildim…

Araftaydım, nesnel olarak Ankara şehirlerarası terminalinde bulunsam da o an, ruhsal anlamda tam olarak araftaydım.

Bir yanım cennet,diğer yanım cehennem….

Gözüm kulağım cennete çevrili olsa da, ayaklar nereye baş oraya demişler.

Zebani bu, adamı adam gibi bir yere götürecek değil ya.

Ayaklarım önde başım arkada, mecburen zebaniyi takip edecektik.

Ettik….

Anahtarı sadece bana ait, su değmemiş olduğu daha kapıyı açtığım o ilk anda yüzümü yakan sıcaklıktan ve o kesif kokudan anlaşılan bu özel cehennemime giren benden başka hiç kimse, ne bu kokuyu, ne de kavurucu sıcaklığı duyar.

Herkesin cehennemi kendisine, değil mi?

Oysa dün, gece yarısı girdiğim Yeşilalan köyünde, bu gün sabahın altısında gözümü açıp verandaya çıkınca karşılaştığım manzara karşısında büyülenmiş ve olduğum yere çakılıp kalmıştım.

Bin çeşit yeşilin oynaştığı dağın, eteklerindeki fırfırı oluşturan dere, benim bu aralar cehennemden ibaret sandığım şu dünyanın gerçekte neresi olduğunu fısıldıyordu kulaklarıma.

İlk bu sesi duydum.

Güldüm sonra, huzura benzer bir duygu geçti içimden, ısındığımı hissettim.

Neredeyim dedim içimden.

O an, bir elin sağ omuzumu hafifçe sıktığını hissettim. Bu dokunuşun içimdeki huzurun oyunu olduğunu sandım önce, “iyimisin” diyen sesi duyunca kendime geldim.

“İyi miyim?” …

“Galiba hissettiğim şey, daha çok huzura benziyor” dedim.

“Sabahın bu saatinde serin olur bizim buralar, üşüme” derken bir taraftanda elindeki battaniyeyi omzuma sarmıştı arkadaşım.

Gülerek, içinde milyon çeşit minnetin kaynaştığı gözlerle bakarken O’na, bakışlarımı dağın tepesinde uçuşan kuşlara çevirip “kartalmı, şahinmi şu kuşlar” diye sorduğumu hatırlıyorum. “kartal görünümlü şahin onlar” dı aldığım cevap.

Gülüştük.

Bu kez gerçekten güldüm…

“Galiba dünya da cehennem görünümlü cennet, öyle değil mi?” diye sordum. Cevap alamayınca arkadaşımın gittiğini fark ettim.

Bakışlarımı az önce arkadaşımın dikildiği yöne çevirdiğimde kerpiçten yapılmış evleri gördüm. Hala ayakta sapasağlam öyle gururlu ve mağrur duruşları vardi ki kendimden utandım.

Onları yaratan eller çoktan bu dünyayı terk etmişken, onca yağmur, fırtına, kara ve sıcaklığa rağmen onlar hala ayakta dimdik diye düşününce utandım kendimden, oysa sen dedim kendi kendime, seni yaratan yanında,sağında solunda hatta içinde, ama sen kendinle birlikte O’nu da unuttun ve yerlerde sürünüyorsun. O ise seni unutmamış ki bir şekilde yolunu bu köye düşürdü deyip iğneyi kendime batırdım, çuvaldız elimde kaldı.

“Aldın mı dersini” diye fısıldadı davarları önüne katmış meraya götüren, köyün delisi olduğu her halinden belli çoban, verandanın önünden geçerken.

İrkildim, aptala malum olmuştu işte yine…

Çoban duymadı ama, sadece “O” duydu içimden geçirdiğim cevabı.

“Evet, aldım dersimi, ama ezberlemem için zamana ihtiyacım var, Sen yanımda olursan inanıyorum ki daha kolay olacak”

Verandanın sol tarafındaki ıhlamur ağacına yuva yapmak için kuru ot taşıyan sertçenin, otu yuvasına bıraktıktan sonra çıkartdığı sevinç şakımalarında, Tanrının bana “evet yanında olacağım, yeter ki sen, içindeki bana dokunmasını bil” dediğini duydum.

Aynı günün akşam saatlerinde Ankara’ya dönerken sabah yaşadıklarımı aklımdan çıkartmamak için bütün gücümü harcasam da, yine bir yerde, hatta aynı yerde, yani tam da Ankara’ya girerken havlu attım.

Yeniden Ankara’ya dönüyor olmak yormuştu beni.

Ve…

Yine…

Yeniden…

Zebani çöktü bütün ağırlığıyla üstüme.

Semiha GÖKTUNA 23 Nisan 2010 Eryaman-ANKARA

posted under |

AKILLI ADAM, APTAL KADIN

Hiçbir akıllı kadın , kendini, sadece kendini akıllı sanan, bir adamın arkasından gitmez.

Sadece aşıklar, çok çok aşıklar yapar bunu.

Çünkü akıllı adamlar, iki güzel laf sonrasında karşılarındakinin anında yelkenlerini suya indireceğine inanır. O an yelken suya batmasa da değer belki ama suyun yüzünde yüzen gerçekleri gören gözler kadına aittir. Bilmez bunu sadece kendini akıllı sanan adam, ne dediyse odur, altında başka şey aramak gerekmez.

Akıllı adamın aklı, yelkenin suyun altında kalan kısmından çıkaracağı tatlı sonuçlara çoktan kaymıştır bile.

Oysa milyon çeşit suya girip, milyon çeşit ufka gözünü açmıştır kadın. Akıllı adamın aklından tek bir cümlenin geçtiği o kısacık anda, kadın beyni bin çeşit düşünceyi harmanlayıp gardını almıştır akıllı adamın dünyasında.

Çok geçmeden ilk çam devrilmiştir, baltayı tutan el tabii ki akıllı adama aittir.

Bir şekilde ortadan kaldırılır ilk çam. Geride kalan izleri görmemeyi yeğler kadın, ama yeğlemek görmemeyi sağlamaz her zaman.

Bekler kadın, aynı hataların tekrarlanacağı, gözüne sokulanlardan belli olmuştur olmasına da yine de bekler, ümit kaynağı akıllı adam değil, hayattır. Hep inanmıştır çünkü aşk diye bir şeyin olduğuna.

Kadın bekler...

Bekler ve görür...

Tekrarların, tekrarında yarın ne olacağını kestirmeye başlamıştır artık. Tekrarların, tekrar tekrar tekrarında, şöyle bir ufka bakan kadının gözüne ilk çarpan şey, ormanda devrilecek çamın kalmadığıdır artık. “Yine mi aynı şey” cümlesini daha bir yüksek sesle söyler bu kez. Duymaz akıllı adam, duysa da işine gelmez, verilmeden alacaklar listesinin henüz çok başındadır daha.

Kadın verir, adam alır.

Adam alır, kadın verir.

Ama…

Ama kadının verdiği şeyle adamın aldığı şey aynı değildir.

Akıllı adamın almak istediği şeyin, kadının vermek istemediği şeye dönüşmesi an meselesidir artık.

Ve dönüşüm yaşanır…

Sadece çenesi açık sanılan kadının yüreği de açıktır oysa. Konuşan, ne beklediğini dile getiren de odur.

Susar adam, konuşur, söyler ama susar. Söylemlerindeki kaçış, konuştuklarını kelimesiz, kelimeleri anlamsız bırakır.

Konuşur ama bir şey söylemez akıllı adam.

Bu susmaları kapısına kilit yapan kadın, çalan, çalıp çalıp aç artık diye bağıran zil sesini duymaz, aslında duyar da duymamazlıktan gelir.

Sonra bir gün, bir şey olur kadına…

Kırılan direncimi yoksa öfkesi mi belli değil, azıcık aralar kapıyı, ardına kadar açık kapıdan giremeyen akıllı adam, o sırat köprüsü gibi ince aralıktan tökezlemeden giriverir içeri.

Kadınlar geri gelmiş erkekleri sever. Akıllı adamların “adam” olma ihtimaline hiç ihtimal vermeseler de biraz da olsa sevinirler bu gelişlere. Belki bir umut, kim bilir.

Akıllı adam da sevinmiş görünür, gerçekte sevinmesine hiç lüzum yoktur. Çünkü o her şeyi bildiği gibi nasılsa geri gelişlerinin birinde o kapının kendisine tekrar açılacağını da bilmiştir.

İçeri giren adam, daha geri gelişinin ilk yarım saatinde, hala daha ne kadar akıllı bir adam olduğunu, yeniden, yine yeniden gösterir.

Bu kez kadın kapıya öyle bir kilit vurmuştur ki dünyadaki bütün akıllı adamlar gelse o kilidi açamayacakken tek bir “adamın” "tek bir cümlesi" açabilecektir o kapıyı.

“Akıllı adamın” kapısına gittiği kadının ne istediği ile ilgisi yokken, “adamın” kapısına gittiği kadınla nasıl mutlu “oluruz”dan başka şeyle ilgisi yoktur çünkü.

“SİZ SİZ OLUN, “AKILLI ADAMLARDAN” KAÇIN ARDINIZA HİÇ BAKMADAN, SİZ SİZ OLUN “ADAM”LARA SARILIN YİNE ARDINIZA, ARDINIZDA BIRAKTIKLARINIZA BAKMADAN”

Semiha GÖKTUNA 13.04.2010 Eryaman ANKARA

posted under |

HİÇ KİMSE GÖRÜNDÜĞÜ KİŞİ DEĞİL

Ne evli kadınlar gördüm, kocaları yoktu. Ne bekar kadınlar gördüm, kocaları çoktu.

posted under |

Sevgili, seninle ben pergel gibiyiz:
İki başımız var, bir tek bedenimiz.
Ne kadar dönersem döneyim çevrende:
Er geç baş başa verecek değil miyiz?

posted under |

SEVMEYECEKSİN

Telefonlarıma cevap vermeyeceksin...
Cevap versen bile,
Öyle Yorgun, öyle isteksiz çıkacak sesin,
Bir küfür gibi.
Sevmeyeceksin beni...

Biliyorum bu şehri dar edeceksin.
Çünkü anladın,sevgimden tanıdın beni.
O yanık, o hasta bakışımdan...
Uçuruma atlar gibi sevdalanışımdan.
Sevmek deyince hemen ardından ölüm dememden anladın...

Anladın ve kardeşini bir kabustan uyandırır gibi,
Çırılçıplak gerçeğe uyandırdın beni.
Uyandırdın ve kaçtın.
Çünkü sen de benim gibisin,
Sen de benim gibi sevmeyeni sevdin hep,
Sana acı çektireni...
Seni aramayanı, telefonlarına çıkmayanı,
Çıkınca seninle küfür gibi konuşanı sevdin.

Sen de benim gibi seni incitip üzeni sevdin hep.
Bakışından hissediyorum bunu, kokundan, dokunuşundan.
Beni sevmeyecektin ama...
Ama, öyle öyle susamıştım ki kendim gibi birini sevmeye.
Öylesine muhtaçtım ki gerçekten incitilmeye,
Gerçekten acı çekmeye...

Kendim gibi birini özlemeye öylesine muhtaçtım ki,
Seni tanır tanımaz çözüldüm.

posted under |

HAYATIMIZI KOLAYLAŞTIRMAYA DEVAM....

Cevizlerin kabuklarını kolayca açabilmek için onları bir gece tuzlu suda bekletin.Böylece içleri de dağılmayacaktır.

Unların böceklenmemesi için, un kavanozunun içerisine bir adet defne yaprağı koyun.

Yumurtaların kaynarken çatlamaması için, kaynatma suyuna bir çorba sirke koyun.

Büyük miktarda patatesiniz var ise torbanın içerisine bir adet elma koyun. 8 hafta boyunca filizlenmesini ve büzülmesini önlersiniz.

Kabarık bir omlet yapmak istiyorsanız, bir çorba kaşığı suyun içerisine bir çay kaşığı mısır unu karıştırın. Hazırladığınız karışımı yumurtaya ilave edin.Böylece kabarık bir omlet yapmış olacaksınız.

Sarımsağı doğrarken bıçağa yapışmasını istemiyorsanız, kesme tahtasına biraz tuz serpiştirin.

Pasta yaparken katı yağ kullanmanız gerekiyorsa yağı rendenin kalın tarafıyla rendelemeyi deneyin.Küçük parçalar haline gelen katı margarin daha kolay işlenir.

Sarımsaklarınızın her zaman elinizin altında hazır bulunmasını istiyorsanız kabuklarını soyduktan sonra bir kavanoza doldurup üzerine zeytinyağı koyarak muhafaza edebilirsiniz. Ayrıca bu yağ yemeklerinize, salatalarınıza ayrı bir lezzet katacaktır.

Peyniri kolay rendelemek için 15 dakika buzlukta bekletin.

Bisküvileriniz yumuşamışsa onları birkaç dakika fırınlayın.

Bakır eşyalarınızın parlamasını istiyorsanız, onları sirke ya da limon ve tuz ile ovun.

Ahşap eşyalarınızı temizlemek için sirke ve zeytinyağı (birkaç damla) karışımı hazırlayın. Eşyalarınız hem temizlenecek hem de parlayacak.

Çekmecelerinizin içini boşaltmadan temizlemek istiyorsanız, elektrik süpürgesinin ucuna ince çorap geçirin.

DEVAMI GELECEK...

posted under |

HADİ BUGÜN DE HAYATIMIZI KOLAYLAŞTIRALIM

Gözlüğünüzün vidası çok çabuk çıkıyorsa vidayı takmadan önce, vidanın gireceği deliğe renksiz oje damlatıp vidayı öyle takın.

Halıdaki sigara yanıklarından, yanık yerler üzerinde zımpara kağıdı ile dairesel hareketler yaparak kurtulabilirsiniz.

Mobilyalarınızın yerini değiştirdiğinizde halınızın üzerinde kalan izlerden kurtulabilirsiniz.izlerin üzerine buz kuyun ve erimesini bekleyin.Daha sonra üzerinde elektirik süpürgesi gezdirin.izlerden eser kalmayacak.

Fermuarlı giysilerinizi çamaşır makinasına koymadan önce fermuarlarını kapatın.Böylece fermuarların bozulmasını önleceyeceksiniz.

Yeni yıkanmış halınızın üzerine mobilyaları koymadan önce ayaklarının altına biraz alüminyum folyo koyun.Böylece izlerin çıkmasına engel olacaksınız.

Üst üste koyduğunuz bardaklar yapışıp çıkmıyorsa bir leğenin içine koyun. Üstteki bardağın içine buz koyup leğenin içerisine yavaş yavaş sıcak su koyun. Bardakların kolayca çıktığını göreceksiniz.

Satın aldığınız plastik ve cam eşyaların üzerindeki etiketlerden kurtulmak için etiketin üzerine yemeklik margarin sürün ve 15 dakika bekletin.Bir bez ile ovalayıp yıkayın.

Zor açılıp kapanan çekmecelere sabun sürün.

Radyatörlerinizin arkasına alüminyum folyo yapıştırırsanız, sıcaklığın duvara değil odaya yansımasını sağlamış olursunuz.

Ütü yapmayı olaylaştırmak ve süreyi kısaltmak için (tasarruf)ütü masasının örtüsünün altına alüminyum folya koyun.Sıcağı geri yansıtacağından ütü yapmak daha kolay olacak.

Buz kalıplarını su ile doldurmadan önce bölmelere portakal,limon, nar taneleri, nane yaprağı veya dilediğiniz meyve parçalarını yerleştirirseniz dekoratif buzlar elde etmiş olursunuz, bu incelik konuklarınızın hoşuna gidecektir.

Ayaklarınız çok şiştiyse saatlerce sıcak suda bekletmek yerine kolonya ile ovun.

Ayaklarınız çok hassas ise, sıcak havalarda şikayetler artıyorsa, her sabah bir kaç damla zeytin yağı ile ovalayın.

Dirsek ve topuklarınızın sertleşmesini istemiyorsanız, bir dilim limon ile ovun. Böylece yumuşacık olacaklar.

Yeni bir tava satın aldığınızda ilk önce içinde bir miktar sirke kaynatın. Bu işlem ileride kızartmalarınızın tavaya yapışmasını önleyecek.

Yiyecek satın alırken mutlaka etiketlerini okuyun.Kilo verme savaşında mağlup olmak istemiyorsanız kalorilere ve yağa karşı tetikte olun.

Cevizle dost olun. İçindeki yağ beyin hücreleri için çok yararlıdır. Kan şekerini de düşürdüğü için uzmanlar tarafından tavsiye ediliyor.

Duvarınıza çivi çakarken işaretlediğiniz yerin üzerine çapraz bant yapıştırıp çiviyi öyle çakın. Böylece duvarın alçısını çatlatmamış olacaksınız.

Bir büyük soğanı rendeleyin ve orta boy bir bal kavanozuna koyup iyice karıştırın. 48saat bekletin, şurup haline geldiğinde öksürüğe ve soğuk algınlığına karşı sabah akşam bir çorba kaşığı için. Soğanın içerdiği yağlar öksürüğü durduracaktır.

Daha önce kullandığınız kızartma yağının hala kullanılır durumda olup olmadığını anlamak için yağ kızgın durumda iken bir dilim ekmek atın. Ekmekte kara lekeler oluşmuyorsa kullanabilirsiniz.

DEVAMI GELECEK....

posted under |

KAZAZEDEDEN AŞK ÖĞÜTLERİ

Tedavi edilemez derecede romantik olun.

Birlikte kitap okuyun, elele tutuşun ve birlikte uzun yürüyüşlere çikin.

Gülümsemeler bulaşıcıdır, ona da bulaştırın.

Güvenilir bir sırdaş olun ve onu kimseye şikayet etmeyin.

Onun en sevdiği çiçeği,rengi, müzeği, şiiri ve yazarı bilin.

Ona beklemediği hoş bir sürpriz yapın. Hiç bir neden yokken de bir kart ya da aşk notları yollayın.

Her akşam birkaç dakika birbirinize gününüzü anlatın. Onun hayallerini ve amaçlarını gerçekten dinleyin.

Dinlerken sevecen olun.

Onunla ortak noktalarınızın listesini tutun. Zamanla bu listeye eklemeler yapıp yapmadığınızı takip edin.

Birbiriniz için özel takma takma adlar bulun.

Aşk birlikte saçmalamaktır, arada bir sonuna kadar saçmalayın.

Birlikte olmak çok güzeldir ama birbirinize ayrı geçirilecek zamanlar ayırın.

İlgilendiğiniz hobilerden vazgeçmeyin.

Kimin haklı olduğunu değil neyin doğru olduğunu tartışın.

Sevdiğinizi yanlız onun duyabileceği şekilde eleştirin, övgünüzü ise bütün dünya duysun.

Ortak hobiler geliştirin.

Söz konusu ilişkinizse birbirinizin gözünde en değerli varlıklar birbiriniz olsun.

Kucaklaşmadan ilk ayrılan siz olmayın.

Eş seçimi kitap seçimi gibidir, iyi tasarlanmış bir kitap ilginizi çekebilir ama içeriği sağlam değilse bırakın başkaları okusun, böyle bir kitaptan keyif alacaklar mutlaka çıkacaktır. Emin olun sonuçtan kitapta memnun kalacaktır.

Aşk için evlenin ama önce karşınızdakinin de aşk için evlendiğinden emin olun.


posted under |

KAÇIYOR İNSAN

İnsan kendi değerlerini oluşturmadan, dışsal etkilerle, içinde belirsiz olsa da dışında belirli bir kalıba büründürülüyor.

Önce aile sonra bütün toplum ki aile de toplumun vucuda getirdiği karakteristik özellikleri sergiliyor, ondan da beklenen vücuda getirdiğin bireyi (tabiri caizse) dibine düşür, insan bir armut ya....

O artık şudur oluyor, ya da sen busun.

Öz ne ise o oysa, ama önemli değil, önemli olan, beklenen role ne kadar uyulduğu.

Ha bire baskı, ha bire kalıba sokup sıkıştırma uğraşısı...

Değişmek imkansızdır oysa, değişmek, değişebilmek için yeniden doğmak gerek.

Bu da mümkün değildir.

Sonuçta kaçıyor insan.

Kaçtığında vardığı yer yine kendi oluyor aslında...

Kaçtığı yerde daha da kendi oluyor.

Büyütüyor içini...

Büyütüyor kendisinden beklenenlerle yapabilecekleri arasındaki mesafeyi.

Sonunda da, en sonunda da, hepimiz görüyoruz, tabiki bu yetiye sahip olma lüksünü kullanabiliyorsak; hayat sana, bana, anamıza, babamıza ihanet etmiş, sundurmasına kadar gittiğimiz kapı açılsın diye elimizi uzatmış beklerken, çok başka bir eşikte başka bir kapının ardımızdan kapanma sesini duyar uyanırız.

İnatçıysan eğer, daha doğru bir deyişle, eminsen kendinden direniyorsun üstüne kapanan kapının ardında.

Kırılıyorsun bu arada, kırıyorsun da, kırdığını görüp yeniden kırılıyorsun.

Umutla bekliyorsun diyemeyeceğim ama bekliyorsun, neye güvenerek belli mi?

Değil.

Belki kendine...

Kim bilir.

Belli olan, belli bir geleceği tepip, belli olmayan geleceğe kucak açarak bekliyor olmandır. Açtığın kucağa düşen hüzünse eğer, yaşayıp erir, erirken eritirsin içini aydınlatan mumları. Ama bir sen bilirsin, dışarıdakiler gecikir, gecikerek de olsa fark ederler bütün mumlarının eridiğini.

Sıra birkaç elin sana uzatılmasına gelmiştir.

Birkaç yürek de eşlik eder o ellere...

Fark edildiğini gördüğünde, nihayet dersin.

Gülümsersin...

Zaferi ben kazandım izleri değildir, dudaklarının gülümseme kıvrımında taşıdığın.

Belki yorgunluk.

Belki yorgunlukla yoğrulmuş olgunluktur.

Kim bilir...

Geç de olsa demek gelmez içinden,çünkü bilirsin ki anlaşılmak yorsa da insanı; bin değil, binlerce yıla değer.

Sonrasında...

Herşeyi dersin.

Ama hep içinde...

İçinde yaşayıp içinde bitirmeyi öğrenmişsindir artık, neyin varsa insanlık adına, insanca.

Hayvanca neyin varsa elinden gelen yapsan alkış alırken, insanca olanları kendine saklaman gerektiğini ailen öğretmedi, öğretemediyse, zamanın mutlaka öğrettiğini biliyorsundur artık.

Zaman; herşeyin ilacıdır demişler.

Ben de size, o ilacın içimdeki tarifini verdim.

Semiha GÖKTUNA 07.04.2010 Eryaman ANKARA

posted under |

ANKARA'YA DÖNMEK

Üç gün önce, Ankara'dan İstanbul'a giderken, yolda önüme çıkan her taşın altına, kendime ait bir parçayı saklamıştım. Sanmıştım ki taşlar ve sıkıntılar, bir dahaki görüşmemize kadar beni tanıyamayacak kadar unutacaklar. Onlar beni tanımaz gözlerle etrafa bakınmaya devam ederken, taşların altında kalan sıkıntılar toprak olup gidecek.

Dün, dönüş yolunda farkettim ki fena halde yanılmışım. İstanbul çıkışında, ilk taşla göz göze geldiğimizde zıpladı yerinden. Bilinçaltı bu olsa gerek, aynı anda ben de zıpladım oturduğum yerde. Hemen toparlandım ama, gözleri hala bana çevrili olsa da baktığı ben olmayabilirdim, kafamı çevirip yan koltuğun boş olduğunu görünce yanıldığımı anladım, havada çarpışan ikimizin bakışlarıydı. Gözlerim gözlerinde, ellerimin üzerimdeki kıyafetlerde gezindiğini ayrımsadım.Beynimde bir ses avazı çıktığı kadar bağırıyordu "tanımadı beni, hayır tanımış olamaz, üzerimde başka kıyafetler var, hatta çiçek pasajında lenslerimin birini düşürdüğümden İstanbula gelirken mavi olan gözlerim şu an kahve rengi" aynı anda "çıkar güneş gözlüklerini de bak ona, hadi istersen yaparsın, koyu camın ardından mavi değil kahve rengi gözlerin olduğunu nasıl görsün, o nihayetinde bir taş işte" diyordu. Güneş gözlüğüm elimde kahve rengi gözlerimle meydan okudum ona. Uzun sürmedi asıl meydan okuyanın ben değil de İstanbul'a girmeden az önce altına son parçamı sakladığım katil suratlı taş olduğunu anlamam.Ama bu haksızlık dedi bir ses, bunu söyleyen ben miyim başkasımı ayırdına varamadım.Bundan sonra kafası iyi çalışmayan birini gördüğümde asla taş kafalı olduğunu düşümmeyeceğime dair o an kendime söz verdim.

Ben bunlarla debelenirken, o taşın altına, İstanbul'a girmeden az önce sıkıştırdığım son parçamın gelip içimdeki eski yerine yapıştığını kendi gözlerimle gördüm. Şimdi siz bunları okurken okuduklarınıza inanmayacaksınız ama aynen böyle oldu.

Taşın altına sıkıştırdığım, o son parçam daha tam olarak yerine yerleşmemişti ki az ileride başka bir taş tanıdı beni, çok acı ama ben de onu tanıdım. Hiç bir komutan, yenileceği endişesine kapılmadan yenilmez ya ben de o an içimdeki düşmana yenileceğimi hissettim. Pes etmek bana yakışmaz mardavallarını kendi kendime tekrar ederken az önce gördüğüm ikinci taşın altından çıkan diğer parçam da gelip içimdeki eski yerini bulup bir güzel yerleşti. Sonrası malum üçüncü, derken dördüncü, beşinci,altı derken beş saatlik yolun daha yarısında iki gün önceki bana dönüşmüştüm bile. Yolun diğer ikibuçuk saatlik kısmında karşıma çıkan taşlara "hadi siz de gönderin, iki gün önce size emanet ettiğim parçalarımı" gözlerle baktığımı fark ettiğimde Ankara il sınırına çoktan girmişiz ki "Ankara şehirlerarası teminaline girmek üzereyiz, lütfen bagaj kuponlarınızı hazırlayınız" anonsunu duydum.

Ben kendimi bilirim, kırk kez yere düşmüş olsam da, şimdiye kadar kırk kez de toparlanır, elimdeki eteğimdeki tozu çırpıyor olurdum şimdiki vakit.

Ama olmadı, toparlayamadım bu kez. Toparlamak bir tarafa daha da dağılmak geliyor içimden. Sokağa çıkıp önüme gelenin boynuna sarılmak ve salyalarımı akıta akıta ağlamak istiyorum. Ağlarken sızıp kalayım oracıkta. Üzerimden otobüsler geçsin, ezilen benden arda kalanları köpekler yesin. Etsiz kemiklerim bir tıp öğrencisi tarafından toplansın. O zeki çocuk o kadar sevinsin ki beni bulduğuna, her bir kemik parçamı sevdiği arkadaşlarının arasında pay etsin. En sevdiği arkadaşına en büyük kemiğim.

Böylece ölmekle işkencem bitmesin. Biliyorum ki ben bundan daha fazlasını hakettim.

Tüm bunları hakederken ne mi yaptım?

SEVDİM.

VERDİM.

HEM DE KENDİMDEN VAZGEÇEREK.

Uzun, çok uzun zaman sonra gördüm ki kendinden vazgeçiş sevdiğin de vazgeçişmiş.

Severek evlendiğim, evlenerek gözüm gibi baktığım kişiye evliliğim boyunca yaptığım her fedakarlık, ikimizi gömeceğim mezardan atılan bir kürek toprakmış.

Öğrendim, İstanbul'dan Ankara'ya dönüş yolunda,ben nereye gidersem gideyim, giderken yolda döktüğüm her şeyi dönüş yolunda topluyorum.

Bir de şunu gördüm, ben bu psikolojiden çıkmadığım müddettetçe dünydaki tüm insanlar arkamda olsa da kurtuluşumun adresi belli...

Hadi yorumlarınızı bekliyorum..

Beni ne kurtarır?

Semiha GÖKTUNA 05.04.2010 Eryaman ANKARA

posted under |

Selamlar.

Bugün ilk yazımı yazacağım ama ondan önce blok için fikriyle bana kapı açan birine, hem de eminim hepimizin tanıyıp sevdiği birine, teşekkür etmek istiyorum.

Hafta sonu için İstanbul'daydım.Çiçek pasajında bizim çocuklarla rakı balık yaparken yan masada biri dikkatimi çekti, tekrar dikkatlice bakmama gerek kalmadan hemen tanıdım O'nu. Garsonu çağırıp buzsuz duble bir rakı getirmesini söyledim.Elindeki rakıyı az önce görüp, gördüğüme inanamadığım kişiye ikram etmesini istedim. Bir de "izniniz olursa buzunu kendisi servis etmek istiyormuş" diye söylerseniz sevinirim diye de ekledim. Bir dakika sonra elinde rakı bardağı ile masamıza gelen hocam tanışalım dedi gülümseyerek. Bem ...... ......., sizi zaten tanıyorum, aslında siz de beni tanıyorsunuz da belli ki çıkaramadınız dedim.Kaşının birini kaldırıp başını sağa yatırdı. Biraz düşündü baktım çıkaramayacak, zaman da akıyor. Özür dilerim, sizinle tanışmak için içimdeki macoyu oynattım deyince kahkahayı koyverdi. Evet sizinle binlerce yıl önce tanıştık haklısınız dedi.Ve ekledi "madem yeniden karşılaştık buyurun bizim masaya da bir duble de biz size ikramda bulunalım".

Kabul ettim tabiki bu teklifi, kırkiki yıldır görüşmemiştik, özlemişim.

Konuyu blok konusuna getirip beni ikna ettiği için Hocama buradan teşekkür etmek istedim. Biliyorum ki bu teşekkür adresini bulacak.

Herkes kendine iyi davransın lütfen, hocam siz de.

posted under |

PAYLAŞALIM

Benimle paylaşmaya varsanız ben burada olacağım.

Aklım, kalbim ve oralardan geçenlerle, kalanlarla....

İzlerle, sözlerle ve ıslak mendillerle.


posted under |
Daha Yeni Kayıtlar Ana Sayfa

Hakkımda

Fotoğrafım
1968 Çanakkale doğumluyum.Halen Ankara'da yaşıyorum ama en büyük özlemim İzmir'e yerleşmek.Orda renk renk sardunyalar ve salıncakla tatlandırılmış kocaman balkonu olan bir evin beni beklediğine inanıyorum.Derin yaralar aldığım kazalarım oldu. Ama hayata dört elle sarılabilme yeteneğim sayesinde atlattım. Gülebiliyorum hala, birileri benimle gülebiliyor,acıkıyorum, susuyorum, uykum geliyor, özlüyorum, sessizce, umutla ve gülümseyerek daha iyi günlerin gelmesini bekliyorum, sevme yeteneğimi kaybetmedim henüz ve kaybetmeye de hiç niyetim yok, inanıyorum önce kendime sonra kendine inanan herkese. Bunlar az şey mi? Bence herşey, sizce de öyle değil mi?

İSTERİM HERŞEY GÖNLÜMÜZCE OLSUN, YA DA OLAN HERŞEYİ GÖNLÜMÜZ KABUL ETSİN.ÖNEM VERDİĞİMİZ HERKES UZANABİLECEĞİMİZ KADAR YAKINIMIZDA OLSUN, BU KADAR YAKINLIK İSTEMİYORLARSA BİZİMLE, UNUTABİLECEĞİMİZ KADAR UZAĞIMIZDA OLSUN. İSTERİM Kİ HAYATIMIZA GİREN HER ŞEY MİDEMİZE GİREN BİR KURU LOKMA KADAR DEĞERLİ OLSUN...

Bu Blogda Ara

Followers


Recent Comments