CEHENNEM ZEBANİSİ

Cehennem zebanisi elindeki düdüğe pis pis sırıtarak baktığında ben, Polatlının bir köyünden Ankara’ya dönmek üzere, yola çıkalı onbeş dakika ya olmuştu ya olmamıştı.

Önce elindeki düdüğe şöyle bir baktı, son yıllarda o yüzüne aşina olduğum zebani suratlı zebani, sonra bakışlarını bana kaydırdı, sustu dilim, lal oldum…

Şişmiş dilim, ağzımın içinde öylece dururken, gözlerim dile geldi, konuştu, ne varsa biriktirdiğim yüreğimde, döktü zebaninin ayakları önüne.

İşte o zaman anladım, asıl cümleyi dil değil, gözler söylermiş.

Ama anlayana….

Anlamadı zebani.

“Bu kez çalma şu düdüğü, biraz zaman ver bana, göreceksin bir gün öyle bir gidişim olacak ki dönüşüm asla… Ama şimdi gidecek başka bir şehrim yok biliyorsun, hadi üzme beni yine Ankara’ya dönüyorum diye” söylenen gözlerime inat, eli ağzına, düdük dudaklarına değer değmez, burnuma kötü kokular gelmeye başladı.

Yüzüm buruşuk, gözlerim nemli bakınırken, gözlerimiz tekrar buluştu.

Zebaninin gözleri, zafer benim diyordu da başka bir şey demiyordu.

“Peki” dedim zebaniye, “ ama bu son olacak, son kez gireceğim o b.k çukuruna”.

Güldü söylediklerime.

Öyle gerçekti ki gülüşü, az önce söylediklerim öylece havada asılı kaldı.

“Kendi söylediğine kendin de inanmadın değil mi?” dedi sonra, son zamanlarımın en yakın takipcisi.

Çemkirme sırası bana gelmişti.

“Bir gün gelecek, bir dudağın yerde bir dudağın havada, kendine baktığın aynada, herşeyin üstünde kendini görmeyi beklerken, gördüğün ben olacağım, üstelik seninle bile barışmış ben….

Bakma şimdi herşeye küs duruşuma.En iyi sen tanırsın beni. Kırk bir yıldır kapım gölgene aşina.

Aşina beynimin her bir noktası varlığına.

Ama hiç bukadar sokulamamıştın bana, hatırlarsın.

Ama şimdi mevzu biraz derin ya kanka olduk nerdeyse” diyecektim ki, yine o iğrenç koku gelip dayandı burnuma.

Ne zaman bu kokuyu bu kadar keskin duysam, gözümü açıp etrafa bakmama gerek duymadan, o an nerede olduğumu bilirim.

Yine bildim…

Araftaydım, nesnel olarak Ankara şehirlerarası terminalinde bulunsam da o an, ruhsal anlamda tam olarak araftaydım.

Bir yanım cennet,diğer yanım cehennem….

Gözüm kulağım cennete çevrili olsa da, ayaklar nereye baş oraya demişler.

Zebani bu, adamı adam gibi bir yere götürecek değil ya.

Ayaklarım önde başım arkada, mecburen zebaniyi takip edecektik.

Ettik….

Anahtarı sadece bana ait, su değmemiş olduğu daha kapıyı açtığım o ilk anda yüzümü yakan sıcaklıktan ve o kesif kokudan anlaşılan bu özel cehennemime giren benden başka hiç kimse, ne bu kokuyu, ne de kavurucu sıcaklığı duyar.

Herkesin cehennemi kendisine, değil mi?

Oysa dün, gece yarısı girdiğim Yeşilalan köyünde, bu gün sabahın altısında gözümü açıp verandaya çıkınca karşılaştığım manzara karşısında büyülenmiş ve olduğum yere çakılıp kalmıştım.

Bin çeşit yeşilin oynaştığı dağın, eteklerindeki fırfırı oluşturan dere, benim bu aralar cehennemden ibaret sandığım şu dünyanın gerçekte neresi olduğunu fısıldıyordu kulaklarıma.

İlk bu sesi duydum.

Güldüm sonra, huzura benzer bir duygu geçti içimden, ısındığımı hissettim.

Neredeyim dedim içimden.

O an, bir elin sağ omuzumu hafifçe sıktığını hissettim. Bu dokunuşun içimdeki huzurun oyunu olduğunu sandım önce, “iyimisin” diyen sesi duyunca kendime geldim.

“İyi miyim?” …

“Galiba hissettiğim şey, daha çok huzura benziyor” dedim.

“Sabahın bu saatinde serin olur bizim buralar, üşüme” derken bir taraftanda elindeki battaniyeyi omzuma sarmıştı arkadaşım.

Gülerek, içinde milyon çeşit minnetin kaynaştığı gözlerle bakarken O’na, bakışlarımı dağın tepesinde uçuşan kuşlara çevirip “kartalmı, şahinmi şu kuşlar” diye sorduğumu hatırlıyorum. “kartal görünümlü şahin onlar” dı aldığım cevap.

Gülüştük.

Bu kez gerçekten güldüm…

“Galiba dünya da cehennem görünümlü cennet, öyle değil mi?” diye sordum. Cevap alamayınca arkadaşımın gittiğini fark ettim.

Bakışlarımı az önce arkadaşımın dikildiği yöne çevirdiğimde kerpiçten yapılmış evleri gördüm. Hala ayakta sapasağlam öyle gururlu ve mağrur duruşları vardi ki kendimden utandım.

Onları yaratan eller çoktan bu dünyayı terk etmişken, onca yağmur, fırtına, kara ve sıcaklığa rağmen onlar hala ayakta dimdik diye düşününce utandım kendimden, oysa sen dedim kendi kendime, seni yaratan yanında,sağında solunda hatta içinde, ama sen kendinle birlikte O’nu da unuttun ve yerlerde sürünüyorsun. O ise seni unutmamış ki bir şekilde yolunu bu köye düşürdü deyip iğneyi kendime batırdım, çuvaldız elimde kaldı.

“Aldın mı dersini” diye fısıldadı davarları önüne katmış meraya götüren, köyün delisi olduğu her halinden belli çoban, verandanın önünden geçerken.

İrkildim, aptala malum olmuştu işte yine…

Çoban duymadı ama, sadece “O” duydu içimden geçirdiğim cevabı.

“Evet, aldım dersimi, ama ezberlemem için zamana ihtiyacım var, Sen yanımda olursan inanıyorum ki daha kolay olacak”

Verandanın sol tarafındaki ıhlamur ağacına yuva yapmak için kuru ot taşıyan sertçenin, otu yuvasına bıraktıktan sonra çıkartdığı sevinç şakımalarında, Tanrının bana “evet yanında olacağım, yeter ki sen, içindeki bana dokunmasını bil” dediğini duydum.

Aynı günün akşam saatlerinde Ankara’ya dönerken sabah yaşadıklarımı aklımdan çıkartmamak için bütün gücümü harcasam da, yine bir yerde, hatta aynı yerde, yani tam da Ankara’ya girerken havlu attım.

Yeniden Ankara’ya dönüyor olmak yormuştu beni.

Ve…

Yine…

Yeniden…

Zebani çöktü bütün ağırlığıyla üstüme.

Semiha GÖKTUNA 23 Nisan 2010 Eryaman-ANKARA

posted under |
Sonraki Kayıt Önceki Kayıt Ana Sayfa

Hakkımda

Fotoğrafım
1968 Çanakkale doğumluyum.Halen Ankara'da yaşıyorum ama en büyük özlemim İzmir'e yerleşmek.Orda renk renk sardunyalar ve salıncakla tatlandırılmış kocaman balkonu olan bir evin beni beklediğine inanıyorum.Derin yaralar aldığım kazalarım oldu. Ama hayata dört elle sarılabilme yeteneğim sayesinde atlattım. Gülebiliyorum hala, birileri benimle gülebiliyor,acıkıyorum, susuyorum, uykum geliyor, özlüyorum, sessizce, umutla ve gülümseyerek daha iyi günlerin gelmesini bekliyorum, sevme yeteneğimi kaybetmedim henüz ve kaybetmeye de hiç niyetim yok, inanıyorum önce kendime sonra kendine inanan herkese. Bunlar az şey mi? Bence herşey, sizce de öyle değil mi?

İSTERİM HERŞEY GÖNLÜMÜZCE OLSUN, YA DA OLAN HERŞEYİ GÖNLÜMÜZ KABUL ETSİN.ÖNEM VERDİĞİMİZ HERKES UZANABİLECEĞİMİZ KADAR YAKINIMIZDA OLSUN, BU KADAR YAKINLIK İSTEMİYORLARSA BİZİMLE, UNUTABİLECEĞİMİZ KADAR UZAĞIMIZDA OLSUN. İSTERİM Kİ HAYATIMIZA GİREN HER ŞEY MİDEMİZE GİREN BİR KURU LOKMA KADAR DEĞERLİ OLSUN...

Bu Blogda Ara

Followers


Recent Comments