KAÇIYOR İNSAN

İnsan kendi değerlerini oluşturmadan, dışsal etkilerle, içinde belirsiz olsa da dışında belirli bir kalıba büründürülüyor.

Önce aile sonra bütün toplum ki aile de toplumun vucuda getirdiği karakteristik özellikleri sergiliyor, ondan da beklenen vücuda getirdiğin bireyi (tabiri caizse) dibine düşür, insan bir armut ya....

O artık şudur oluyor, ya da sen busun.

Öz ne ise o oysa, ama önemli değil, önemli olan, beklenen role ne kadar uyulduğu.

Ha bire baskı, ha bire kalıba sokup sıkıştırma uğraşısı...

Değişmek imkansızdır oysa, değişmek, değişebilmek için yeniden doğmak gerek.

Bu da mümkün değildir.

Sonuçta kaçıyor insan.

Kaçtığında vardığı yer yine kendi oluyor aslında...

Kaçtığı yerde daha da kendi oluyor.

Büyütüyor içini...

Büyütüyor kendisinden beklenenlerle yapabilecekleri arasındaki mesafeyi.

Sonunda da, en sonunda da, hepimiz görüyoruz, tabiki bu yetiye sahip olma lüksünü kullanabiliyorsak; hayat sana, bana, anamıza, babamıza ihanet etmiş, sundurmasına kadar gittiğimiz kapı açılsın diye elimizi uzatmış beklerken, çok başka bir eşikte başka bir kapının ardımızdan kapanma sesini duyar uyanırız.

İnatçıysan eğer, daha doğru bir deyişle, eminsen kendinden direniyorsun üstüne kapanan kapının ardında.

Kırılıyorsun bu arada, kırıyorsun da, kırdığını görüp yeniden kırılıyorsun.

Umutla bekliyorsun diyemeyeceğim ama bekliyorsun, neye güvenerek belli mi?

Değil.

Belki kendine...

Kim bilir.

Belli olan, belli bir geleceği tepip, belli olmayan geleceğe kucak açarak bekliyor olmandır. Açtığın kucağa düşen hüzünse eğer, yaşayıp erir, erirken eritirsin içini aydınlatan mumları. Ama bir sen bilirsin, dışarıdakiler gecikir, gecikerek de olsa fark ederler bütün mumlarının eridiğini.

Sıra birkaç elin sana uzatılmasına gelmiştir.

Birkaç yürek de eşlik eder o ellere...

Fark edildiğini gördüğünde, nihayet dersin.

Gülümsersin...

Zaferi ben kazandım izleri değildir, dudaklarının gülümseme kıvrımında taşıdığın.

Belki yorgunluk.

Belki yorgunlukla yoğrulmuş olgunluktur.

Kim bilir...

Geç de olsa demek gelmez içinden,çünkü bilirsin ki anlaşılmak yorsa da insanı; bin değil, binlerce yıla değer.

Sonrasında...

Herşeyi dersin.

Ama hep içinde...

İçinde yaşayıp içinde bitirmeyi öğrenmişsindir artık, neyin varsa insanlık adına, insanca.

Hayvanca neyin varsa elinden gelen yapsan alkış alırken, insanca olanları kendine saklaman gerektiğini ailen öğretmedi, öğretemediyse, zamanın mutlaka öğrettiğini biliyorsundur artık.

Zaman; herşeyin ilacıdır demişler.

Ben de size, o ilacın içimdeki tarifini verdim.

Semiha GÖKTUNA 07.04.2010 Eryaman ANKARA

posted under |
Sonraki Kayıt Önceki Kayıt Ana Sayfa

Hakkımda

Fotoğrafım
1968 Çanakkale doğumluyum.Halen Ankara'da yaşıyorum ama en büyük özlemim İzmir'e yerleşmek.Orda renk renk sardunyalar ve salıncakla tatlandırılmış kocaman balkonu olan bir evin beni beklediğine inanıyorum.Derin yaralar aldığım kazalarım oldu. Ama hayata dört elle sarılabilme yeteneğim sayesinde atlattım. Gülebiliyorum hala, birileri benimle gülebiliyor,acıkıyorum, susuyorum, uykum geliyor, özlüyorum, sessizce, umutla ve gülümseyerek daha iyi günlerin gelmesini bekliyorum, sevme yeteneğimi kaybetmedim henüz ve kaybetmeye de hiç niyetim yok, inanıyorum önce kendime sonra kendine inanan herkese. Bunlar az şey mi? Bence herşey, sizce de öyle değil mi?

İSTERİM HERŞEY GÖNLÜMÜZCE OLSUN, YA DA OLAN HERŞEYİ GÖNLÜMÜZ KABUL ETSİN.ÖNEM VERDİĞİMİZ HERKES UZANABİLECEĞİMİZ KADAR YAKINIMIZDA OLSUN, BU KADAR YAKINLIK İSTEMİYORLARSA BİZİMLE, UNUTABİLECEĞİMİZ KADAR UZAĞIMIZDA OLSUN. İSTERİM Kİ HAYATIMIZA GİREN HER ŞEY MİDEMİZE GİREN BİR KURU LOKMA KADAR DEĞERLİ OLSUN...

Bu Blogda Ara

Followers


Recent Comments