ANKARA'YA DÖNMEK

Üç gün önce, Ankara'dan İstanbul'a giderken, yolda önüme çıkan her taşın altına, kendime ait bir parçayı saklamıştım. Sanmıştım ki taşlar ve sıkıntılar, bir dahaki görüşmemize kadar beni tanıyamayacak kadar unutacaklar. Onlar beni tanımaz gözlerle etrafa bakınmaya devam ederken, taşların altında kalan sıkıntılar toprak olup gidecek.

Dün, dönüş yolunda farkettim ki fena halde yanılmışım. İstanbul çıkışında, ilk taşla göz göze geldiğimizde zıpladı yerinden. Bilinçaltı bu olsa gerek, aynı anda ben de zıpladım oturduğum yerde. Hemen toparlandım ama, gözleri hala bana çevrili olsa da baktığı ben olmayabilirdim, kafamı çevirip yan koltuğun boş olduğunu görünce yanıldığımı anladım, havada çarpışan ikimizin bakışlarıydı. Gözlerim gözlerinde, ellerimin üzerimdeki kıyafetlerde gezindiğini ayrımsadım.Beynimde bir ses avazı çıktığı kadar bağırıyordu "tanımadı beni, hayır tanımış olamaz, üzerimde başka kıyafetler var, hatta çiçek pasajında lenslerimin birini düşürdüğümden İstanbula gelirken mavi olan gözlerim şu an kahve rengi" aynı anda "çıkar güneş gözlüklerini de bak ona, hadi istersen yaparsın, koyu camın ardından mavi değil kahve rengi gözlerin olduğunu nasıl görsün, o nihayetinde bir taş işte" diyordu. Güneş gözlüğüm elimde kahve rengi gözlerimle meydan okudum ona. Uzun sürmedi asıl meydan okuyanın ben değil de İstanbul'a girmeden az önce altına son parçamı sakladığım katil suratlı taş olduğunu anlamam.Ama bu haksızlık dedi bir ses, bunu söyleyen ben miyim başkasımı ayırdına varamadım.Bundan sonra kafası iyi çalışmayan birini gördüğümde asla taş kafalı olduğunu düşümmeyeceğime dair o an kendime söz verdim.

Ben bunlarla debelenirken, o taşın altına, İstanbul'a girmeden az önce sıkıştırdığım son parçamın gelip içimdeki eski yerine yapıştığını kendi gözlerimle gördüm. Şimdi siz bunları okurken okuduklarınıza inanmayacaksınız ama aynen böyle oldu.

Taşın altına sıkıştırdığım, o son parçam daha tam olarak yerine yerleşmemişti ki az ileride başka bir taş tanıdı beni, çok acı ama ben de onu tanıdım. Hiç bir komutan, yenileceği endişesine kapılmadan yenilmez ya ben de o an içimdeki düşmana yenileceğimi hissettim. Pes etmek bana yakışmaz mardavallarını kendi kendime tekrar ederken az önce gördüğüm ikinci taşın altından çıkan diğer parçam da gelip içimdeki eski yerini bulup bir güzel yerleşti. Sonrası malum üçüncü, derken dördüncü, beşinci,altı derken beş saatlik yolun daha yarısında iki gün önceki bana dönüşmüştüm bile. Yolun diğer ikibuçuk saatlik kısmında karşıma çıkan taşlara "hadi siz de gönderin, iki gün önce size emanet ettiğim parçalarımı" gözlerle baktığımı fark ettiğimde Ankara il sınırına çoktan girmişiz ki "Ankara şehirlerarası teminaline girmek üzereyiz, lütfen bagaj kuponlarınızı hazırlayınız" anonsunu duydum.

Ben kendimi bilirim, kırk kez yere düşmüş olsam da, şimdiye kadar kırk kez de toparlanır, elimdeki eteğimdeki tozu çırpıyor olurdum şimdiki vakit.

Ama olmadı, toparlayamadım bu kez. Toparlamak bir tarafa daha da dağılmak geliyor içimden. Sokağa çıkıp önüme gelenin boynuna sarılmak ve salyalarımı akıta akıta ağlamak istiyorum. Ağlarken sızıp kalayım oracıkta. Üzerimden otobüsler geçsin, ezilen benden arda kalanları köpekler yesin. Etsiz kemiklerim bir tıp öğrencisi tarafından toplansın. O zeki çocuk o kadar sevinsin ki beni bulduğuna, her bir kemik parçamı sevdiği arkadaşlarının arasında pay etsin. En sevdiği arkadaşına en büyük kemiğim.

Böylece ölmekle işkencem bitmesin. Biliyorum ki ben bundan daha fazlasını hakettim.

Tüm bunları hakederken ne mi yaptım?

SEVDİM.

VERDİM.

HEM DE KENDİMDEN VAZGEÇEREK.

Uzun, çok uzun zaman sonra gördüm ki kendinden vazgeçiş sevdiğin de vazgeçişmiş.

Severek evlendiğim, evlenerek gözüm gibi baktığım kişiye evliliğim boyunca yaptığım her fedakarlık, ikimizi gömeceğim mezardan atılan bir kürek toprakmış.

Öğrendim, İstanbul'dan Ankara'ya dönüş yolunda,ben nereye gidersem gideyim, giderken yolda döktüğüm her şeyi dönüş yolunda topluyorum.

Bir de şunu gördüm, ben bu psikolojiden çıkmadığım müddettetçe dünydaki tüm insanlar arkamda olsa da kurtuluşumun adresi belli...

Hadi yorumlarınızı bekliyorum..

Beni ne kurtarır?

Semiha GÖKTUNA 05.04.2010 Eryaman ANKARA

posted under |
Sonraki Kayıt Önceki Kayıt Ana Sayfa

Hakkımda

Fotoğrafım
1968 Çanakkale doğumluyum.Halen Ankara'da yaşıyorum ama en büyük özlemim İzmir'e yerleşmek.Orda renk renk sardunyalar ve salıncakla tatlandırılmış kocaman balkonu olan bir evin beni beklediğine inanıyorum.Derin yaralar aldığım kazalarım oldu. Ama hayata dört elle sarılabilme yeteneğim sayesinde atlattım. Gülebiliyorum hala, birileri benimle gülebiliyor,acıkıyorum, susuyorum, uykum geliyor, özlüyorum, sessizce, umutla ve gülümseyerek daha iyi günlerin gelmesini bekliyorum, sevme yeteneğimi kaybetmedim henüz ve kaybetmeye de hiç niyetim yok, inanıyorum önce kendime sonra kendine inanan herkese. Bunlar az şey mi? Bence herşey, sizce de öyle değil mi?

İSTERİM HERŞEY GÖNLÜMÜZCE OLSUN, YA DA OLAN HERŞEYİ GÖNLÜMÜZ KABUL ETSİN.ÖNEM VERDİĞİMİZ HERKES UZANABİLECEĞİMİZ KADAR YAKINIMIZDA OLSUN, BU KADAR YAKINLIK İSTEMİYORLARSA BİZİMLE, UNUTABİLECEĞİMİZ KADAR UZAĞIMIZDA OLSUN. İSTERİM Kİ HAYATIMIZA GİREN HER ŞEY MİDEMİZE GİREN BİR KURU LOKMA KADAR DEĞERLİ OLSUN...

Bu Blogda Ara

Followers


Recent Comments