GÜLMEK DE VARMIŞ

Bugün güldüm, gerçekten, gerçek gerçek güldüm.

Güldürdüler.

Güldürenler de güldü.

Bir ara kriz şeklini aldı gülmelerim. Çenem kasıldı, karnım ağrıdı. Bu gülüşlerin, daha önceki yazılarıma dayanarak, bunalımlı birinin anlık dağılması olarak algılanmasını istemem. Bu günkü durumuma bu algıyla yaklaşmak, öncelikle beni güldürmeye çalışan o iki değerli insana ayıp etmek olur, sonra da tabiiki bana.

Utandığımı hatırlıyorum bir ara, gözlerimden akan yaşlardan. Aslında ben o yaşlardan hep utanmışımdır. Güçlü insan yaftasının altında ezildiğim anlarda bile o utancın iki eli iki yakamda olmuştur.

Ama bugün o yaşlar mutsuzluk yada umutsuzluktan akmadı, o yaşların kaynağı, bu kez kendimi iyi hissederken gülmekti.

Güldüm, çünkü güldürdüler.

Gülmemin zamanı gelmiş dedim, içimden…

Bir yandan burnumu çekerken, elimde mendil, gözyaşlarımı silmeye çalıştım diğer taraftan.

Annemin, çocukken benim için çok sık tekrarladığı bir cümle vardı. “Ya gülüyorsun, ya ağlıyorsun. Biraz normal davransana.”

Bu cümleyi ilk duyduğumda, uzun uzun ağladığımı hatırlıyorum!!!, bir de ağlamam kesilince “ben niye ağladım şimdi” diye düşündüğümü. Düşünmüş, işin içinden çıkamamıştım, çocuk aklımla.

Ağlaya, güle büyümeye devam ederken, normal biri olmadığımı anımsatan”o” cümleyi birkaç kez daha duymuştum annemden. Her tekrarda “normal biri nasıl olunur”un cevabını aramıştım uzun uzun.

Arayışlarımın sonucunda cevabı bulduğumu sanıp, gülmem beklenen yerde gülmemiş, ağlamam gereken yerde de ağlamamıştım bir ara.

İlerleyen günlerde, ya annem unutmuştu o “derin” anlamlar içeren cümlesini, ya da hala tam olarak normal biri olmasam da, ona yakın biri gibi görünmeyi başardığıma inanmıştım.

Şimdi kırkbir yaşındayım.

Bugün, o gülüşlerimin arasında farkettim; beni geçen yıllar hiç değiştirmemiş, normal biri olmak bir tarafa, daha da anormalleştirmiş. Ama bir müddettir, duyduklarımı daha fazla içimde hissedip, daha çok ağlayıp, sonra daha da çok ağlamışım.

İkisinin arasında tık yokmuş. Bir saniyelik ömrü olan tebessümüm ya da gözlerimde belli belirsiz ıslaklık olmamış hiç.

Bu bir tercih meselesi değildi şimdiye kadar. Annemin “ya ağlıyorsun, ya da gülüyorsun..." sözüne inat, uzun süreden beri sadece “çok ağlayan” biri olup çıkmışım.

Bugün o ıslak ama keyifli anlarda, yeni yeni, yani şimdilerde büyüdüğümün ayrımına vardım.

Hangi ara oldu bilmiyorum ama sanırım son birbuçuk ay içinde, gerçek anlamda büyüme evrimimi tamamlamışım.

Hani az önce demiştim ya, ağlamak ya da gülmek benim tercihim değildi diye. Madem büyüdüm, ağlamakta gülmekte, benim tercihim olacak artık.

Ve ben tercihimi gülmekten yana kullanacağım.

Büyüyüp, gülmeyi seçmiş biri olarak da,bundan böyle hayatıma girecekler ve orada kalacaklar, beni güldürmeyi başaranlar olacak.

Tıpkı bu gün yaptığım gibi.

Sevgili Gülseren ve yine sevgili Cihan;

Siz benim hayatımda var olduğunuz sürece, ben güleceğim, biliyorum.

Bu gün bana yaptıklarınız, belki sizin için beni güldürmekten ibaretti.

Ama benim dünyamda bu gün yaşadıklarımın anlamı, çok daha derin birşey.

Bir tane daha anlatıp bitireceğim diyen Gülseren’in anlattıklarına bir tane daha eklerken bize yaşattığını da,

Mahcup ama sokulgan tavrıyla, bir tane daha aklıma geldi deyip yeni bir fıkraya başlayan Cihan’ın, o an fıkranın kahramanı kılığına bürünmesini hiç unutmayacağım.

Bugünün anısına, beni güldüren fıkralardan bir kaçını sizlerle baylaşmak istedim.

Hadi buyurun, biraz da siz gülün, ben hala gülerken.

Hepimiz el ele verip gülersek, eminim hayatta bize gülecektir.

BAHŞİŞÇİ POLİS

Vatandaşın biri otomobiliyle yolda giderken trafik kontrolüne takılmış.

Sağa çek işareti yapan polisin komutuna uyan vatandaş, polisin istediği ehliyeti, ruhsatı torpido gözünden çıkarıp uzatmış.

Elindeki evraklara şöyle bir göz gezdiren polis; “Mezdeke de var mı?” diye sormuş.

“Var” demiş, bizim her duruma hazırlıklı vatandaş.

“Çalsın o zaman“ diyen polis elleri belinde beklemiş, müziğin başlamasını.

Bir iki saniye sonra başlamış mezdekenin kıvrak nağmeleri.

Vatandaş, şoför mahallinde otururken, daha neler oluyor demesine kalmadan, havaya giren polis başlamış kıvırmaya.

Biraz sağdan, biraz soldan, oh aman derken gerdan kıvırmayı da ihmal etmeyen bizim polis, az önce sırtını döndüğü vatandaşa, belini büküp, bükülen belinin üzerinden yere doğru uzattığı başının vatandaşa dönük alnını göstererek;

“Eşşek değilsin ya, yapıştırırsın artık bir ellilik”

Demiş…


AKILLI FARE

Nuh Peygamber tufanın haberini alınca, yaptırdığı gemiye, dünya üzerinde yaşayan her canlının bir dişisini bir de erkeğini alarak tufanın başlamasını bekler.

Ve beklenen gün gelir.

Tufandan sonra dünya su altında kalırken sadece gemideki canlılar kurtulur.

Kurtulurlar da gemide çok ciddi bir sorun yaşanmaktadır.

Tufandan önce gemiye alınan her canlının bir dişisi bir erkeği sayesinde, gemide nüfus hızla artmaktadır.

Nuh Peygamber soruna bir çözüm bulur.

Her türden canlının, erkek olanlarının, erkeklik organlarını, gemi karaya ulaşana kadar, bir makbuz karşılığında kendisine teslim edilmesini ister ve isteği yerine getirilir. Gemi karaya ulaştığında verilen makbuz karşılığında erkeklik organları makbuz sahiplerine iade edilecektir.

Erkeklik organını teslim edenler arasında fare de vardır.

Teslim sonrasında karısının yanına dönen erkek fareyle, karısı ”zaten işe yaramıyordu, verdin de iyi ettin” deyip alay eder.

Bu alaylar bir müddet devam eder.

Bir gün yine dişi fare “zaten işe yaramıyordu, oh verdin de iyi ettin” dediğinde; erkek fare elindeki makbuzu eşine uzatır.

Ve şöyle der;

“Sen dalganı geç, bir yolunu bulup, benim makbuzla, filin makbuzunu değiştirdim.”


SOLUCAN

Piç Ali, sokakta oluşan çamurda, eline geçirdiği bir solucanla oynarken, dedesi yanına gelir ve bir müddet Ali’yi izler.

Daha sonra, solucanla oynayan Ali’nin önüne bir halka bırakan dede “hadi bakalım o eğri büğrü duran solucanı bu halkanın içinden geçirebilecekmisin” diye sorar.

Ali bir müddet düşünür ve uzatıp düzelttiği solucanın üzerine japon yapıştırıcısını sürer. Kuruduğunu gördüğünde, solucanı alıp halkanın içinden geçirir.

Ertesi gün Ali’nin yanına gelen ninesi;

“Kör olası Ali, dedene ne yaptın öyle ?” der.


VİAGRA

Seksen yaşlarında bir dede, eczaneye gelip, eczacıdan, bir viagranın dörtte birini ister.

Eczacı, dedeye şöyle bir bakar; “Ben size viagranın dörtte birini değilde tamamını vereyim” der.

“Olmaz” der bizim dede.”Bana viagranın sadece dörtte biri lazım”

“Yok” der eczacı “Size ancak tamamı yeter”

Karşılıklı ısrarlar devam ederken, ağzındaki baklayı çıkaran dede;

“Bana dörtte bir viagra yeter, bacağıma işemeyeyim yeter” der.


ÇORBA

Piç Ali, anne babasını özel anlarında hiç yalnız bırakmaz. Ne yapar eder, bir yolunu bulur, her seferinde işi yarıda bıraktırır.

Anne babası ise, Ali’nin bu atakları karşısında, her seferinde Ali’ye çaktırmadan beraber olma yöntemleri geliştirirler. Ama nafile, sonuç alamazlar, Piç Ali bu, gözler fıldır fıldır, her dakika anne babasını takiptedir.

Yine öyle günlerden birgün. Üçü sofrada çorba içmekteyken, annesi birden çorbayı üstüne döker.

“Ay yandım, tuvalete gidip temizleyeyim bari” der ve kalkıp tuvalete girer.

Ali çakmıştır olayı, babasını süzer şöyle bir.

Ali’nin kafasından geçenlerden habersiz baba “ben de annene yardım edeyim” deyip tuvalete yönelir.

Ali bu, boş duracak değil ya. O da tuvalete gidip anne babasını gizlice izler ama sesini çıkarmaz.

Aradan birkaç gün geçer, akşam yemeğine misafirleri gelir ve yine çorba içilmektedir.

Sofradakiler çorbalarını kaşıklarken “dikkat edin de çorbalarınızı üstünüze dökmeyin” der Ali.

“Babam çorbasını üstüne dökeni tuvalette s…..r”

Diye de ekler.


PREZARVATİF

Bizim piç Ali, çekmeceleri karıştırırken bir tane prezarvatif bulur ve annesine ne işe yaradığını sorar.

Sıkışır kadın, ne desin, geçiştirmek için “o babanın balonu, nefesini açmak için, ara ara üfleyerek şişiriyor” der.

Yemez Ali “hadi anne gerçeği söyle” der.

Kadıncağız ne dese olmuyor, son bir atak yapar, şöyle daha ciddi ve korkutucu bir yalan bulup “baban onunla fareleri öldürüyor” der.

Ali bu, piç piç bakıp, şöyle deyip konuyu kapatır.

“hadi ya anne, babam fareleri s…..k mi öldürüyor ?”


SEVGİYLE KALIN ve HEP GÜLÜN.

Semiha GÖKTUNA 02 Mayıs 2010 ANKARA Eryaman

posted under |
Sonraki Kayıt Önceki Kayıt Ana Sayfa

Hakkımda

Fotoğrafım
1968 Çanakkale doğumluyum.Halen Ankara'da yaşıyorum ama en büyük özlemim İzmir'e yerleşmek.Orda renk renk sardunyalar ve salıncakla tatlandırılmış kocaman balkonu olan bir evin beni beklediğine inanıyorum.Derin yaralar aldığım kazalarım oldu. Ama hayata dört elle sarılabilme yeteneğim sayesinde atlattım. Gülebiliyorum hala, birileri benimle gülebiliyor,acıkıyorum, susuyorum, uykum geliyor, özlüyorum, sessizce, umutla ve gülümseyerek daha iyi günlerin gelmesini bekliyorum, sevme yeteneğimi kaybetmedim henüz ve kaybetmeye de hiç niyetim yok, inanıyorum önce kendime sonra kendine inanan herkese. Bunlar az şey mi? Bence herşey, sizce de öyle değil mi?

İSTERİM HERŞEY GÖNLÜMÜZCE OLSUN, YA DA OLAN HERŞEYİ GÖNLÜMÜZ KABUL ETSİN.ÖNEM VERDİĞİMİZ HERKES UZANABİLECEĞİMİZ KADAR YAKINIMIZDA OLSUN, BU KADAR YAKINLIK İSTEMİYORLARSA BİZİMLE, UNUTABİLECEĞİMİZ KADAR UZAĞIMIZDA OLSUN. İSTERİM Kİ HAYATIMIZA GİREN HER ŞEY MİDEMİZE GİREN BİR KURU LOKMA KADAR DEĞERLİ OLSUN...

Bu Blogda Ara

Followers


Recent Comments